31 Ocak 2011 Pazartesi

"I love realism" dediğime bakmayın siz.


insanlardan biraz uzak birisiyim. bu, onlardan köşe bucak kaçtığım anlamına gelmiyor. onlarla birlikteyim; ama aklen ve kalben çoğu zaman onlarla değilim. ruhum daha çok yalnızlığı seçiyor, onlarla birlikteyken bile.

ve sosyal yaşamı böyle olan birinin dünyası kitaplar ve filmlerden ibaret oluyor genelde. okula gitmeden kitap okuyacak kadar okuma-yazma öğrenmiştim zaten. o yüzden neredeyse kendimi bildim bileli gerçek dünyadan kaçıp hep kitaplarla yaşamayı tercih ediyorum. çünkü orası kolay, orası güzel bir dünya. sıkıcı değil, sıradan değil, kırıcı değil. bir şekilde çok üzülseniz de en sonunda mutlu oluyorsunuz. ne kadar sıradan görünürseniz görünün müthiş heyecanlı bir hayatınız oluyor olağanüstü bir biçimde. sevebiliyorsunuz ve seviliyorsunuz da karşılığında. özgür bir dünya, güzel bir dünya.

bir de filmler var tabii. kitaplardan daha kullanışlı bazen. çünkü insanın bu dünyadan kaçmak istediğinde bazen tek bir cümle daha okuyacak enerjisi olmuyor. ne kadar okumak isteseniz de elinize alamıyorsunuz o kitabı. o zaman filmler daha güzel. yalnız izlemesi güzel. normalde sürekli engellemeye çalıştığın gözyaşlarını engellememek güzel. yaşamak istediğin hayatı yaşayan biri izlemek - zaman zaman acı verici olsa da- güzel. farklı dünyalara karışmak, 2 saatliğine de olsa o dünyadan biri olmak güzel. orada da ne kadar acı olursa olsun -genelde- mutlu bitiyor.

işte benim hayatım bu (müziği saymıyorum. o çok daha temel bir şey.): kitaplar ve filmler. beni bu dünyadan koparacak, özlediğim dünyalarda yaşayabilmemi sağlayabilecek, ne olursa olsun bu boğucu gerçeklikten kopmamı sağlayacak şeyler. ama giderek fark ediyorum ki benim için zararlılar da bir yandan. mutlu ettikleri, rahatlattıkları kadar acı da çektiriyorlar. çünkü o dünyaları ne kadar seversem, ne kadar ilginç bulursam kendi dünyamdan, yaşadığım hayattan o kadar nefret ediyorum. gerçekliğe düşman oluyorum. çünkü gerçek hayatta heyecanlı bir hayatım yok, her şey çok sıkıcı. çünkü gerçek hayatta her ne kadar şanssız ve aptal bir sakar olsam da işler romantik komedi havasında ilerlemiyor. çünkü gerçek hayatta süpergüçlerim, süperzekam, süpergüzelliğim yok. çünkü gerçek hayatta özgür değilim; zorunluluklarım ve sorumluluklarım var. ve çünkü gerçek hayatta beni mutlu ve huzurlu biri yapacak olan ‘o’ kişi yok, eksiğim. oysa filmler ve kitaplar böyle değil. onlar size -neredeyse her zaman- istediğinizi veriyor.

gerçeklik tahammülü zor bir olgu. ve ondan ne kadar uzaklaşırsanız geri döndüğünüzde de işler o kadar zorlaşıyor. işte bu yüzden belki de tüm bunlar artık benim için zararlı. bilemiyorum. tüm bunlar bir şeye sebep oluyor: özlem. kaybettiğin bir şeyin değil, henüz sahip olamadığın bir şeyin özlemi. farklı, temelden sarsabilecek bir özlem. ve her geçen gün büyüyen, büyümesinin önüne geçilemeyen bir özlem.

Hiç yorum yok: