24 Temmuz 2011 Pazar

Actually, it was my "ghost world".


Hazır bugün Fringe'i de bitirmişken bir film izleyeyim dedim. Aslında Blind'ı izleyecektim; ama zaten bu aralar kafam biraz karışık olduğu için kafamı dağıtacak, gülebileceğim bir şeyler izlemek istedim ve Ghost World'ü izlemeye karar verdim. Ghost World'ün öyle bir film olduğu kanısına nereden vardım onu da bilmiyorum aslında; çünkü konusu hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Sanırım afişi öyle bir kanıya sebep oldu bende. Herneyse.

Eğlenceli gibi başlayan film giderek iç burkucu bir hal aldı. Ben her an "bak şimdi çok gülücem, eğlenicem" filan diye bekleyip dururken, içimi oymaya başladı. Bilemiyorum aslında öyle acıklı bi' film filan değil, hatta muhtemelen çoğu kişi için hiçbir anlam ifade etmeyen sıkıcı bir film olacak. Ama benim için öyle değildi işte. Çünkü ben tüm kafa karışıklıklarımı Enid'de gördüm. Onun gelgitlerini, memnuniyetsizliklerini, kararsızlıklarını çok iyi anlayabiliyordum. Çünkü ben de onları yaşıyordum.

Üniversite okumak istememesi ama sonradan fikir değiştirip sanat akademisine girmek istemesi, Seymour'la yatması ama sonra günlerce ondan kaçması, Becky'yle eve çıkmak konusunda milyonlarca kez fikir değiştirmesi, dünya üzerinde anlaşabileceği-güvenebileceği kimse olmaması (belki bir parça Seymour), yalnızlığından nefret etmesi ama yine de herkes onu bunalttığı için kasıtlı olarak yalnızlığı seçmesi, çalışmak istememesi ama çalışmak zorunda olması/hissetmesi, gitmek istemesi ama gidemeyişi...kısacası her şey.

Enid'in tüm o kafa karışıklıklarında kendimi gördüm. Asıl problem, dışarıdan hiçbir problem yokmuş gibi görünmesi. Sorun edilecek hiçbir şey yokmuş gibi görünmesi. Ama bunu size nasıl anlatabilirim ki? İçimi sıkan, beni bunaltan şeyleri size açıklamamın bir yolu yok. Enid'in de dediği gibi bunu anlatabilmemin bir yolu yok; çünkü ben de anlamıyorum.

Niye her şeye karşı böylesine memnuniyetsizim bilmiyorum. Bir gün okulu bitirip gerçekten önemli şeyler yapmak istiyorum, ertesi gün her şeyden elimi eteğimi çekmek istiyorum. Bir gün annemleri özlüyorum, ertesi gün yanlarına geldiğim onların tek bir cümlelerine bile tahammül edemiyorum. Bir gün yalnızlığım sebebiyle kendime acıyorum, neden bütün insanların benden kaçtığını sorguluyorum; ertesi gün buluşmak isteyen arkadaşıma geçersiz bahaneler sunuyorum, yolda gördüğüm tanıdığa selam vermemek için kafamı çeviriyorum; çünkü onları görmeye, onlara katlanmaya da tahammül edemiyorum. Beni neyin mutlu edeceğini ben de bilmiyorum. Hiçbir şeyden memnun olamamak öyle zor ki.

Mesela şunu gerçekten çok istiyorum, birinin yanında huzur bulabileyim. Evet evet, bunu gerçekten istiyorum. Ama insanların %99'undan da fazlasına sürekli bir küçümseme ile bakıyorum. Bu özelliğimden nefret ediyorum; ama yine de böyle. Bu yüzden de asla bana uygun birini bulamıyorum. Aslında bu, tam olarak küçümseme de değil. Sadece benim gibi değiller işte. Herhangi biri çok mükemmel, zeki, iyi kalpli olabilir kend içerisinde. Ama biz iki kişi çok farklı yerlerdeyiz, zihnen. Sebep bu işte. O yüzden onlar güzel ilişkiler yaşarlar kendi dünyalarında, yine aynı dünyadan birileriyle. Bense kendi dünyamda tek başımayım. Ne ben kimseyi anlayabiliyorum, ne de kimse beni anlayabiliyor.

Enid: I think only stupid ones have good relationships.
Seymour:
That's the spirit.


Hem zaten bakmayın bu birinin yanında huzur arıyorum laflarına, ben o'nu (the one) da kaçırırım yanımdan. Gerçekten. Tahammül edemem. Sıkar beni, boğar. Yalnız kalmak, kafamı dinlemek isterim. Ona bağlı olmak hissi bile darlanmama sebep olur. Zaten nedir bu darlanma hali bilemiyorum ki. Neden sürekli nefes almakta zorluk çekiyorum? Niye sürekli boğazıma bir şeyler oturmuş gibi? Ya ben neden ne istediğimi bilmiyorum? Neden ama ya.

Ben de Enid gibi sürekli başımı alıp gitmek istediğimi söylüyorum. Çok uzun zamandır hem de. Hiçbir şeye katlanamıyorsam eğer, katlanmam gereken her şeyi terk ettiğimde rahata erecekmişim gibi geliyor. Ama o zaman da Alex'i hatırlayıp "happiness only real when shared" diye diye yalnızlığıma katlanmanın beni ne kadar boğduğundan kendi kendime dert yanacağım. Ya da bilmiyorum bu bahanem benim. Gitmeye cesaretim yok benim. Evet doğrusu bu. Ne Alex kadar, ne de Enid kadar bir şeyleri arkamda bırakıp gitmeye cesaretim olsaydı. Bir ömür değil belki, 1 yıl ya da 3 ay ne bileyim. Ama o da yok. Hiçbir şeyi umursamadan bırakıp gidemem ben.

Ben huzuru bulabilecek miyim bilmiyorum. Bir gün ne istediğime karar verebilecek miyim bilmiyorum. Enid başını alıp gittiğinde cesaretinden dolayı hayran kalsam da Josh'la yaşayamadıklarından ötürü içim burulmuştu. Ama yine de o yapacağını yaptı. Kararını verdi ve gitti. Mutlu da olmuştur diye umuyorum. Kafa karışıklıkları, gelgitleri bir nihayete ermiştir belki. Huzura ermiştir belki.

Bir gün ben de belki.

1 yorum:

l b dedi ki...

ben de "ay kesin teenage filmi" diye izleyip kelimenin tam anlamıyla lök diye kalmıştım. bir de bunun orjinali, azıcık daha değişi çizgi romanı var. internette bulabilirsin. onu da oku. çok tatlı.