18 Kasım 2010 Perşembe

Üniversite benim için nasıl başladı?


Bazen en azından bazı şeylerin yoluna girmesi, yoluna girmeye başlaması ya da en basit ifadeyle normalleşmeye başlaması güzel. Hele de benim gibi biri için oldukça güzel.

*

Kendimi bildim bileli sosyalleşmeyle sorunları olan biriyim. Gerçek dünyada çok içine kapanık, o açığı burada yazarak sanal dünyada sosyalleşerek kapatmaya çalışan kişilerden değilim aslında. Hani bütün gün odasından hatta yatağından dışarı çıkmayıp sürekli bunalım müzik dinleyen biri de değilim. Ama insanlarla kolayca iletişim kurabilen biri de değilim. Kimseyle (hadi birkaç istisna var diyelim) durup dururken tanışamam, gidip öyle konuşamam, paylaşıma giremem, yeni sınıf ortamında pat diye gidip yanına oturamam. Sanırım buna en büyük sebep şu: İnsanları ciddiye almıyorum. Evet, aynen durum bu. Çok pislikçe olduğunun farkındayım; ama genelde insanları gördüğüm an haklarındaki kararımı veriyorum ve bu karar genelde benim ilgimi hak etmedikleri yönünde oluyor. Çünkü biliyorum ki zaten ben o insanla bir şey paylaşamam, bir şey konuşamam. Ortak noktamız bile yok. O yüzden o insana karşı olan tek ilgim ona seyirci kalmak oluyor. Herhangi bir etkileşime geçmeye gerek görmüyorum.

Hadi ben kendisinin farkında olan bir pisliğim; ama cidden, diğer insanlara ne oluyor? Bende insanların bu kadar nefret edeceği ne var? Çevresiyle az iletişime geçen benden başka yığınla insan var; ama hayır, insanlar bir tek benden kaçıyor. Senenin başında günlerce hatta neredeyse haftalarca sınıfta hiçbir şey yapmadan oturmamın tek sebebi herhalde benim insanları ciddiye almıyor oluşum olamaz. Sene başında gerçek anlamda her şey felaketti. Kimse birbirini tanımıyordu; ama bir şekilde hemencecik arkadaş grupları oluşmuştu. Birbirini tanımayan insanlar birbirinin yanına bir şekilde düşmüş, yan yana oturuyorlar; ama kimse gelip benim yanıma oturmayı düşünmüyordu bile. Hayır bundan şikayetçi değilim. Yayık yayık konuşan aptal kızın birinin yanıma gelip oturma ve sürekli muhabbet etme gibi istekleri olabileceğini düşününce yalnız oturmak mükemmel bir şey. Öyle olmasa bile ben zaten normalde de yalnız oturmayı severim, kafan rahat olur, sürekli soru soran ikide bir konuşan biri olmaz tepende. Ama sorun şurada; bu, sizin tercihinize bırakılan bir şey değil. Sorun sizin yalnız oturmak isteyip istememeniz değil. Sorun, kimsenin sizin yanınıza yaklaşmayı bile düşünmemesi.

Günlerce ama günlerce okul şöyle geçti: Derse nadir olarak katılıyorum ya da hoca katılmaya zorluyor, aralarda su ya da çay almaya kantine gitmediğim zamanlarda da karşı binayı izliyorum pencereden. 10 dakika boyunca "şu aptal ara bir an önce bitsin artık" diye saniyeleri sayıyorum çünkü cidden de karşı binada izlemeye değer hiçbir şey yok. Karşı bina tadilatta. Penceresinde insan bile yok. O kadar boş bir bina. Sadece boş boş otururken aklıma yapacak daha ilginç bir şey gelmediğinden karşı binayı izlemek en büyük zevkimmiş rolü yapıyorum 10 dakika boyunca. Sonra da o 50 dakikalık ders bitsin diye, sonra 10 dakikalık ara bitsin diye, sonra ders, sonra ara...kısacası bir an önce kendimi okul sınırlarından dışarı atabilmek için dakikaları, saniyeleri sayıyorum tek tek -ki okul sınırlarının dışı da hiç mi hiç güzel değildi, emin olun. Neyse işte kısacası günlerim böyle rezil geçiyordu. Çünkü en az benim onları ignore ettiğim kadar insanlar da beni ignore ediyordu, hatta çok daha fazla. Her ders yoklama yapılmasına rağmen 20 kişilik hazırlık sınıfının ancak yarısı belki ismimi biliyordu -en iyimser yaklaşımla o da. İnsanları yok sayıyorum, evet; çünkü onlar benim farkımda bile değiller. Emin değilim; insanlar beni fark bile etmedikleri için mi ben insanları ciddiye alınması gereksiz yaratıkları olarak görüyorum, yoksa ben onları ciddiye almadığım için mi onlar bana karşı bu kadar uzaklar. Bu biraz karışık işte.

Her başlangıç aslında yeni bir bitiştir diye daha önce tahminde bulunmuş olmam benim 6. hissimin çok gelişmiş olduğunu filan da göstermiyor. Sadece her seferinde aynı şeyin tekrarlandığını bildiğim için boş yere umut beslemenin gereksiz olduğunun bilincinde olduğumu gösteriyor. Çünkü her başlangıçta bir kez daha bitiyor. Başlıyor ve bitiyor. Bitiyor, bitiyor. Başlamadan dahi bitiyor.

Hiçbir şey, hiçbir yer, hiçbir insan sihirli değil. Her ne kadar buna lanet etseniz de değil. Her ne kadar bunu çaresizce isteseniz de değil. Her ne kadar her an içten içe -bir gün özel bir yerde, özel bir anda, özel biri(leri)nin geleceğini- düşünseniz de değil.

*

İşte sırf bu sebeplerle işlerin normalleşmesi benim için olağanüstü denebilecek kadar iyiye işaret; ama onu da bir dahaki yazıda anlatayım.

10 yorum:

Sam Scarlet dedi ki...

Resmen harfi harfine aynı başlangıç...

lj. dedi ki...

Sosyalleşme sorunu bende de var. Depresyonik değil, içine kapanıklık değil. Ne bok olduğundan henüz emin değilim ben. İnsanların sihirli olmaması mevzusuna gelirsek, tam olarak bastırmaya çalıştığım iç sesim gibi konuştun. Yavaş yavaş buna olan inancımı kaybediyorum ve artık her şeyin gri ve hatta iğrenç falan olması işten bile değil.

Finduilas dedi ki...

Ben de tıpkı senin gibiydim, ''burdaki kimseyle ortak noktam yok'' deyip kimsenin yanına gidip muhabbet kurmak istemezdim, zahmet gibi gelirdi bu bana. Ama sonra hem bunu yapmam gerektiğinin hem de o ''kimseyle ortak noktam yok ne konuşabilirim ki?'' düşüncemin saçma olduğunun farkına vardım. Çünkü konuşmadan anlayamazsın ki, bi köşeye çekilip insanları izlemek bir yere kadar iyi ama sonrası senin için acı oluyor işte, bunun için başkalarından o bi adım gelmiyorsa sen atmalısın o adımı, istesen de istemesen de senin iyiliğin için. Ondan sonrası iyi oluyor. Kendimden biliyorum.

Amélie Poulain dedi ki...

Sam Andrews: Umarım sonrası farklı ve daha güzel olmuştur.

summer: Umut, umut, yine de umut.

Finduilas: Bir şeyler değişmeye başladı, başta da söylemiştim zaten. Bir sonraki yazı buna göre baya bir iyimser. :)

Sam Scarlet dedi ki...

Finduilas'a katılıyorum,ben aynen böyle düşünmeye başladıktan sonra her şey güzelleşti,ve şu an HARİKA bi üniversite hayatım var.Bir sonraki yazıyı merakla bekliyorum. :)

gylee dedi ki...

sanki dün gece ben yazmışım bunu da yazdığımı hatırlamıyomuş gibi oldu. aynı benim düşüncelerim ve halim... ve ben de farkındayım yani. bunları kendinden başkasından duymak çok garip oluyomuş. çok güzel bi yazıydı :)

Seeing the White One dedi ki...

yaa kaç gün olmuş hala yazmamışsın devamını :(

jelly dedi ki...

ben biraz daha dırdırcı bir tipim sana göre=) ama bunun hiç bir avantajını görmedim bu güne kadar biliyor musun ? okulda ilk zamnlar oldukça fazla arkadaşı olan bir insandım hiç bir tenefüsüm yanlız geçmezdi eğlenirdim eğlendirirdim fakat gel gör ki bir gerçek var ortada... hem ben onlardan hem de onlar benden çabuk sıkıldı ve kendini sonraki günlerde kaynaşmaya saklayan ya da daha geç olaya adapte olan kızların şimdi çok daha sağlam arkadaşlıkları oldu. yani üzülecek pek bir şey yok :D

stickman dedi ki...

Last-fm de olmasa hayatından endişe edeceğim. En azından arada bir oraya giriyorsun. Hangi şarkıyı ne zaman dinlediğini görüyorum da yaşadığını anlıyorum.

Amélie Poulain dedi ki...

Sam Andrews: Yazının 2. kısmını da yazdım ve sanırım şu an fikirlerimiz ortak. :)

G&E: Sanırım birçok kişide benzer başlangıçlar oluyor; ama umarım sonrasında işler senin için yolunda gitmiştir.

Seeing the White One: Yazdım sonunda. Biraz geç oldu ama. :)

jelly: Bilemiyorum belki de haklısın, şu an işler yolunda. :)

stickman: Biliyorum ya. Yoğunluk ve üşengeçliğin birleşimi böyle oluyor işte. :)


Bu arada yazının 2. kısmı da işte burada: http://otcopvedigerleri.blogspot.com/2011/01/vol2-universite-nasl-devam-ediyor.html